Son yıllarda birçok ülke, düşük doğum oranları ve çocuk sayılarındaki azalma ile karşı karşıya. Ancak, en dikkat çekici olanı ise, dünyanın en az doğuran ülkesi olarak nitelendirilen ülkenin, bu durumu nasıl başardığı. Bu haberimizde, bu ülkenin neden bu kadar az çocuk sahibi olduğu, toplumsal ve ekonomik faktörler ile bu duruma etkilerini detaylı bir şekilde ele alacağız.
2023 itibarıyla, dünyanın en az doğuran ülkesi olarak kıyasıya bir rekabette olan ülkeler mevcut. Ancak, bu listenin başında yer alan ülke, Japonya. Japonya, son yıllarda ciddi bir demografik kriz ile karşı karşıya. Ülkenin düşük doğum oranı, ekonomik koşullar, toplumsal normlar ve kültürel faktörler gibi çok sayıda unsurun bir araya gelmesi ile ortaya çıkmakta. 2021 yılında yapılan istatistiklere göre, Japonya'daki doğum oranı her 1,000 kişide sadece 7,5 bebek ile sınırlı. Bu oran, diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında oldukça düşük.
Bunun arkasında yatan en önemli nedenlerden biri, genç neslin kariyer ve eğitim önceliklerini tercih etmesi. Japon toplumunda, iyi bir eğitim ve başarılı bir kariyer genellikle evlilikten ve çocuk sahibi olmaktan daha önemli görünüyor. Özellikle kadınlar, iş gücüne katılmakta ve kariyer yapma arzusu içindeyken, çocuk sahibi olma konusunda tereddüt yaşıyorlar.
Ekonomik koşullar da Japonya’nın düşük doğum oranında önemli bir role sahip. Yüksek yaşam maliyetleri, eğitim ve çocuk yetiştirme masraflarının artması, birçok ailenin yeni bir birey sahibi olma kararını almalarını zorlaştırıyor. Çocuk bakımına yönelik destek mekanizmalarının yetersizliği, ailelerin büyük kısmını çocuk sahibi olmaktan alıkoyuyor. İş gücü pazarında kadınların eşit koşullarda yer alabilmeleri için gerekli reformların eksikliği, bu sorunun daha da derinleşmesine sebep oluyor.
Japonya'nın geleneksel toplumsal normları da büyük bir etken. Aile kurma düşüncesi, özellikle kadınlar arasında, kariyerin gerisinde kalma korkusu ile birleştiğinde, çocuk sahibi olma fikrini caydırıcı bir hale getiriyor. İş yerlerindeki ayrımcılık ve kalıplaşmış cinsiyet rolleri, genç kadınların çocuk sahibi olmasının önünde büyük bir engel oluşturuyor. Bu durum, ülkenin toplumsal yapısında meydana gelen değişimlerle birlikte, daha büyük bir sorun haline gelmeye devam ediyor.
Sonuç olarak, Japonya örneğinde görüldüğü gibi, düşük doğum oranları yalnızca bireylerin tercihleri ile değil, aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve kültürel dinamiklerle şekillenen karmaşık bir yapıdır. Bu durumu ele alırken, sadece sayısal verilerin ötesine geçmek ve bunların arkasındaki nedenleri anlamak büyük önem taşımaktadır. Gelecekte, Japonya’nın bu durumu tersine çevirmek için atacağı adımlar, uluslararası toplumda kıyasla daha geniş bir etkiye sahip olabilir. Dolayısıyla, Japonya'nın çocuk sahibi olma oranlarını artırmaya yönelik politikaları izlemek, hem bu ülkenin geleceği için hem de benzer sorunlarla yüzleşen diğer ülkeler için öğretici bir deneyim sunabilir.